Текст книги "Kalbe Meydan Okuma"
Автор книги: Amy Blankenship
Жанр: Современная зарубежная литература, Современная проза
Возрастные ограничения: +12
сообщить о неприемлемом содержимом
Текущая страница: 4 (всего у книги 20 страниц) [доступный отрывок для чтения: 7 страниц]
Shinbe Toya’ya doğru bir kaşını kaldırdı. “Aha, demek bam teline dokundum. Ne kadar ilginç. Gümüş koruyucunun da duyguları varmış… rahibesine karşı bir şeyler hissediyor. Ama Kyoko’ya kimi öpeceğini söyleme hakkın yok. En nihayetinde, kendisinin de söylediği gibi, erkek arkadaşı yok. Bu yüzden, bunu adil bir karşılaşma olarak görüyorum.” Shinbe omzunu silkip döndü ve heykele bir bakış attı.
Toya, Shinbe’ye doğru hamle yapmak için bu andan faydalandı, “lanet olsun sana bana arkanı dönme!” Shinbe’ye sertçe vurup yuvarlarken silahı alanda süzüldü.
Shinbe hızla ayağa kalkıp döndü ve Toya ile yüzyüze geldi. Ametist gözleri tehlikeli bir biçimde parlarken uzun, gece yarısı mavisi rengindeki saçları rüzgarla uçuştu. Öfkeli bir şekilde karşı karşıya geldiklerinde iki koruyucu da bir an için sessiz kaldı. Etraflarındaki çimenler ve heykel, düşmanın bıraktığı, fark edilmeyen bir aurayla parladı.
Silahsız ve dezavantajlı bir konumda olan Shinbe elini önüne çekerek avucuyla koruyucu güçlerini çağırdı. Etraflarındaki kayalar, çok uzun zamandır bulundukları yerden ayrılmaya başladı. Toya tekrar ona doğru hücuma geçtiğinde büyüsünü tamamlayacak zamanı olmadığınıbiliyordu. Yoldan çekilmeye çalıştı ama kız heykeline yandan çarparken bacaklarının büküldüğünü hissetti.
Toya ona çarpıp boğazını kavrarken ağır kayalar tekrar yere düştü. Shinbe, Toya’nın gömleğini tutarken ikisi de sıcak, mavi bir sisin sıcaklığına yuvarlandı.
Shinbe, beklediği gibi pat diye düşmek yerine yumuşak mavi bir ışık tarafından sarıldığını hissetti. İlk düşüncesi, düşmelerinden hemen önce Toya kendisini boğduğu için, ölüyor olması gerektiğiydi. Yavaşlatılmış çekimden çıkarken gizemli sis kayboldu ve sertçe… yere indiler. Toya’nın elleri hala boynundaydı.
Shinbe, duyuları hızla geri gelirken ellerini Toya’nın kollarına uzattı ve koruyucunun ellerini kendisinden uzaklaştırmayı başardı.
Toya sırtüstü düştü ve Shinbe onu itip uzaklaştırdı. O anda nerede olduklarını anladı. “Bu da…?” Toya karanlığa doru bakarak başının üstündeki çatıyı gördü. Kyoko’nun zamanına mı kaymışlardı? Shinbe, Kyoko’nun lanet olası zamanında mıydı? Toya ahşap zeminden kalkarken “hayır!” diye hırıldadı ve öfkeyle Shinbe’ye baktı. Kendisi dışında hiçbir koruyucu zamanın kalbinden geçememişti. Buraya gelmesine izin verilen tek koruyucu kendisiydi. Toya’nın kanı kıskançlıkla yandı.
Toya, “şimdi seni gerçekten öldüreceğim!” diyerek Shinbe’ye tekrar saldırdı ve başının kenarına bir darbe aldı.
Shinbe göründüğü kadar zayıf değildi. Başını sallayıp ayağını kaldırdı ve hızla inerek Toya’ya yandan vurup onu yuvarladı.
Toya, yan tarafı tapınağın duvarına çarparken homurdandı.
Shinbe nefesini kontrol etmeye çalışıp hızlı hızlı soluyarak ahşap duvara yaslandı. Ceketi yer yer yırtılmıştı ve Toya’nın vuruşu yüzünden kafası zonkluyordu. Sahip olduğu tek yüzü ifadesi olan… deli gibi öfkeli haline bürünmekte zorluk çekmeyen Toya’ya bir bakış attı.
Toya çömeldi ve bağırdı, “buraya gelmene izin verilmedi!” Shinbe’ye doğru tekrar atıldı ama Shinbe son anda çekilince güm diye duvara çarptı.
Toya daha güçlü olabilirdi, ama Shinbe daha hızlıydı. Bunu savuştururken bir tanrıya bile zarar verebilecek olan bir yaşam gücü patlaması ateşledi.
Toya sırtüstü çakıldı ama öfkesi bir şey hissetmesine izin vermiyordu. Cıva rengi gözlerle Shinbe’ye bakarken dudağındaki kanı sildi. Sakinleşmesi gerekiyordu ama bunu düşündüğü anda bile öfke bu düşüncesini bastırıyordu. İstediği şey Shinbe’ye gerçekten kötü bir şekilde zarar vermekti. Shinbe’nin avuçlarını bacaklarına koyarak duvara yaslanıp nefes almaya çalışmasını izledi ve onu ceketinden yakalayıp tapınağın kapısından dışarı fırlatmak için bunu fırsat olarak kullandı.
Koruyucular ölmezdi… en azından teori buydu… bu bir yalandı. Hyakuhei babalarını öldürmüştü ve hiç kimse ölümsüz değildi. Shinbe yuvarlanarak durmadan önce çakıllarda kaydı ve gözlerindeki kan ile toprağı sildi.
*****
Kyoko, kendisini neyin korkutup uyandırdığını merak ederek yatağında uzanıyordu. Gümbürtüler ve boğuk homurtular duyduğunda büyükbabanın televizyon seyrettiğini varsaydı. Tama odasına daldığında neredeyse korkudan ödü kopacaktı.
“Kyoko!” Tama pencereyi işaret etti. “Bir… birisi avluda… kavga ediyor,” Kyoko bakmak için pencereye koşarken zar zor kekeledi. Bahçenin kenarında duran aydınlatma direğini belli ki yıktıkları için tam anlamıyla bir şey göremiyordu.
Tama gözlerini avluya dikmiş bir şekilde yanında dikilirken evin daha yakınında, verandadan kırmızı-siyah bir ışık ortaya çıktı.
Parmağıyla işaret etti, “bunlar, bunlar…”
Kyoko, panik kendisini sararken “Toya!” diye bağırdı. Ne ile savaşıyordu… bir iblis… kendisinin dünyasında? Aniden havaya kaldırılıp küçükken tırmandığı devasa ağacın arkasına fırlatılmasını izledi. Sorun şuydu ki… eğer bir hayaletle savaşmıyorsa, onu fırlatan herhangi bir şey görmemişti.
“Tama, git büyükbabayı uyandır. Toya’ya yardım etmem lazım.” Çabucak manevi yayını kavradı ve Tama şok olmuş bir halde orada dikilirken kapıdan çıktı.
Yayında şimdiden manevi bir ok hazırlamış olarak, çıplak ayaklarla avluya koştu. Oku bırakmadan önce hedefini görmeye çalışarak, bir yerine iki koruyucu olduğunu anlayıp şok oldu. Bu yarı yolda donup kalmasına neden oldu.
Tapınağın dış duvarına doğru düşüşünü izlerken “Shinbe,” diye fısıldadı. Kalbinde büyük bir göçük bırakmasını saymazsak, darbeyi onunla tam olarak aynı şiddette hissedebiliyormuş gibiydi. Yandan gelen hareketi fark etti ve zümrüt yeşili gözlerini oraya doğru çevirdi. Bu Toya idi ve Shinbe’ye tekrar saldırmak üzereydi.
Yayını yere fırlatarak, yalnızca gümüş koruyucu üzerinde işe yarayan uysallaştırma büyüsünü kullanmak için elini havaya kaldırdı.
“Toya! Hayır!” diye bağırdı.
Toya uçuşunun ortasındayken, yüzü sert toprak zemine gömülerek bir ton tuğla gibi yere çakıldı.
Kyoko çimenlerin üzerinde aceleyle kayarak Shinbe’ye doğru koştu. Yanında dizlerinin üstüne çökerken iyi bir durumda olmadığını bilerek dudakları aralandı. “Shinbe, iyi misin?”
Shinbe bir gözünü aralayarak dikkatle Toya’ya baktı.”Bunun acıtmış olması gerekiyor,” gülmeye çalıştı ama bunu yapamadan bayıldı.
Toya, yüzükoyun yattığı yerden Kyoko’ya bakıp dudaklarının titreme biçimine karşı homurdandı. Shinbe’nin söylediğinden sonra nasıl bu zamparanın tarafını tutardı?
Kyoko gözlerinden yaşlar boşanarak ona doğru döndü. “Ne yaptın sen?”
Erkek kardeşi ve büyükbabası koşarak avluya gelirken cevaplama fırsatı olmadı. Büyükbabası elinde iblis listesiyle, torununa zarar vermeye cüret edebilecek herhangi bir şeyi dümdüz etmeye hazırdı.
Kyoko ne yapacağını bilemeyip hıçkırarak ağlamaya başladı. “Shinbe’yi eve götürmeme yardım et.”
Tama ve büyükbaba Shinbe’yi eve götürmek amacıyla taşımak için kaldırırken bir şey sormadı. Büyükbaba yalnızca gözlerini kısarak Toya’ya bakarken Tama ona bakmayı bile reddediyordu. Toya’yı hala yerde yatarken bırakıp yürüyüp gittiler.
Toya kıpırdama zahmetinde bulunmadı. Eğer eve girmeye cüret ederse, Kyoko’nun üzerinde lanet büyüsünü tekrar tekrar kullanacak kadar öfkeli olduğunu biliyordu. Bu adil değildi. Yalnızca onu koruduğunu anlamıyor muydu?
Kalbi ağırlaşmış bir halde dönerken ayışığı koyu saçlarındaki gümüş rengi gölgelerden yansıdı. Kendisini yerden kaldırarak zamanın kalbinden geri döndü.
*****
Güneş kız heykelinin üstüne yükseldiğinde Toya hala neler döndüğünü anlamaya çalışarak alanda volta atıyordu. Shinbe nasıl zamanın kalbinden geçebilmişti? Bunu yapmasına izin verilmiyordu işte. Soru, onu deli ederek kafasında dönüp durdu.
Suki, Kamui ve Kaen ile beraber Toya ve Shinbe’yi aramak için alana geldi. Toya’yı görüp ona el salladı.
Toya, ‘lanet olsun tek ihtiyacım olan buydu,’ diye içinden küfrederek Suki’nin yaklaşmasını izledi. Kız, konuşmadan önce durup uzun bir an boyunca ona baktı ve gözlerindeki endişeli ifade adamın gardını düşürdü.
“Toya, iyi misin? Ne oldu?” yüzüne dokunmak için elini uzatınca o bundan kaçındı. Yüzünü bezemiş olan iyileşmekteki yaralar ile elleri ve kıyafetlerindeki kurumuş kana baktı. Bakışlarını tekrar ellerine çevirdi. Toya kanın böyle parmaklarında kurumasına asla izin vermezdi. Neler oluyordu?
“Toya, bu kimin kanı?” Cevap vermek yerine yüzünü çevirince, neler olduğunu kendisine söyleyeceğini bildiği Shinbe’yi aramak için etrafa bakındı. Onu göremeyince sesine bir telaş yayılıp gözleri büyüdü, “Shinbe nerede?”
Kamui, Kaen ile beraber alanın kenarında dikiliyordu ve Toya’nın öfkelenmeye başladığını hissedince aralarındaki mesafeyi kapattı. Soruyu duymuştu ve cevap hakkında yanılmak için dua etti. İkisini de sakinleştirme umuduyla “Toya, bana Shinbe’yi öldürdüğünü söylemeyeceksin, değil mi?” diyerek şaka yapmayı denedi.
Toya dişlerini gıcırdattı, “kimseyi öldürmedim seni küçük bücür, bu yüzden kapa çeneni!” Kan içindeki… dikkat bile etmediği tırnaklarına bakarak onlardan uzaklaştı.
‘Öldürdüm mü?’ diye kendi kendine düşündü. Shinbe’ye vurduğu son darbe ciddi bir hasara neden olmuştu. Onu bir ağaca savururken pençelerini yan tarafındaki etine gömüşünü hatırladı. Toya, kavga esnasında pençeleri uzadığı zaman yalnızca iblisler değil, koruyucular da dahil tüm ölümsüzler için… ölümcül olabildiklerini biliyordu.
Kardeşiyle kavga etmemesi gerekiyordu ama o kadar öfkeliydi ki kendisine hakim olamamıştı. İçindeki iblis kanının yüzeye çıkacağını bile bile neden kontrolünü böyle kaybetmişti? Genelde bundan daha kontrollüydü. Lanet olsun. Eğer Kyoko gelmeseydi ona ne yapardı bilemiyordu. Daha önce hiç Shinbe ile kavga etmemişti… neler oluyordu?
Sırtında Suki ve Kamui’nin bakışlarını hissettiğinde üzerine telaş duygusu çöktü. Shinbe onu kardeşiydi… bir koruyucuydu. Ne yapmıştı? Onlara bakmadan ellerini yumruk yapıp ansızın bağırdı, “ben bir şey yapmadım!” Kaçma ihtiyacıyla alanı hızla geçip ağaçlara yöneldi.
Kamui ve Kaen, aynı kaygı verici hissi paylaşarak birbirine baktı.
*****
Kyoko, elinde iğne iplikle masasında oturmuştu. Shinbe’nin, bazı noktalarda parça parça bir hale gelen yağmurluğunu dikmeye karar vermişti. Toya gitmiş ve Shinbe de baygın bir haldeyken… kimseye ne olduğunu soramadığı için kendisini meşgul etmesi gerekiyordu. İçinde, kavga etmelerinin kendi hatası olduğuna dair bir his vardı.
Suçlu bir şekilde, “yalnızca aptal bir öpücüktü,” diye mırıldandı.
Büyükbabası Shinbe’nin kıyafetlerini sıyırıp çıkardığında onları almış ve Tama büyükbabasının zaten iyileşmekte olan yaralara bakmasında yardım ederken, kanları yıkayıp temizlemişti. Eğer Shinbe bir koruyucu olmayıp hızlı iyileşme avantajına sahip bulunmasaydı birkaç dakika içinde kan kaybından ölürdü. Kumaştaki kesiklerden birine bakarken Toya’nın pençesini orada hayal ederek ürperdi.
İyi dayak yemişti, ama en kötüsü kafasına aldığı darbeydi. Büyükbabası bu yüzden, bir süre muhtemelen böyle kalacağını söyledi. İki koruyucu kavga ettiğinde bunun, iki insanın kavga etmesinden daha tehlikeli olduğu konusunda da onu bilgilendirmişti. Büyükbabası ve efsaneleri… kendisine efsaneler anlatmasına gerek yoktu, bu kötüydü. Yalnızca Shinbe’nin beyninde hasar oluşmadığını umdu. Bilincini uzun süre kaybetmesi onun için iyi bir işaret değildi. Yakında gözlerini açıp kendisine her şeyin yolunda olduğunu söylemesi için dua etti.
Büyükbabası yaralarını sarıp düzgün bir şekilde yatağına yerleştirdiğinden beri başında oturuyordu. Kendisi fark etmeden uyanacağından korktuğu için olay gerçekleştiğinden beri uyumamıştı.
Shinbe gözlerini yavaşça odanın loş ışığına açtı. Neredeydi? Kafası karışık bir halde beyaz tavana baktı. Başı, vay canına ağrıyordu. Odada etrafına bakmaya çalıştı ama bu da canını yakmıştı. Her yer pembeydi. Neredeydi?
“Ah!” Kyoko iğneyi kendisine batırıp parmağını ağzına götürerek emdi. Sandalyede hafifçe döndüğünde masadaki ışığın yüzünde parlamasıyla Shinbe onu gördü.
Shinbe kuru dudaklarının arasından, “cennette olmalıyım,” diye fısıldadı. Kyoko’nun gözlerinin kocaman bir şekilde açılmasını izledi ve kız ona bakmak için yavaşça döndü. Gülümsemeye çalıştı ama başı çok ağrıyordu ve gözlerini tekrar kapattı.
Kyoko çabucak onun tarafına geçmeye çalışırken neredeyse sandalyesini deviriyordu. Sesinde bir titremeyle, “Shinbe hayır, lütfen şu anda yine uykuya dalma,” diye yalvardı. Bir anda gözyaşlarına boğuldu. Shinbe havadaki tuz kokusunu alarak gözlerini açtı. Ağlıyor muydu? Kalkıp oturmayı deneyince şakaklarında yakıcı bir acı hissetti.
Kyoko elini omzuna koyarak, “oturmaya çalışma. Gerçekten çok kötü incindin,” dedi. Tekrar gözlerini açtığında, elinin tersiyle ıslak yanağını sildi.
“Öyle mi düşünüyorsun?” gülümsemeyi denedi ama başını iyi hissetmiyordu. Elini kaldırarak başının arkasına bastırdı. “Hmm, büyük bir yumru,” sorgulayıcı bir şekilde Kyoko’ya baktı.
Kyoko kendisine engel olamıyordu, “sen koca bir pisliksin, kendini öldürtebilirdin.” Ellerini yüzüne götürüp gözyaşlarına boğularak hıçkırdı.
Shinbe elini uzatıp parmağını yüzünde gezdirdi, “üzgünüm Kyoko, umarım Toya da benim hissettiğim kadar kötü görünüyordur.”
Kyoko yüzünü açıp ona baktı, “bilemem.” Arkasını dönüp masaya yürüdü ve bir sürahi alarak bardağa boşalttı. Aniden ikisine karşı da kızgın hissetmişti. Beraber tılsımı arıyor olmaları gerekiyordu birbirleriyle kavga etmeleri değil.
“Bilmiyor musun?” Shinbe kaşını kaldırmayı denedi ama bedeninde acıyan hiçbir yerin olmadığını fark etti. Tam o anda, gelecek sefer Toya ile dövüşürken kendisini savunmaktan daha fazlasını yapmaya karar verdi… gelecek sefere o da karşılık verecekti.
Kyoko karşı taraftan gelip suyu içmesinde yardımcı oldu. Gözlerinde bir ışıltıyla ona gülümsedi, “tapınak evinin yanında Toya’ya uysallaştırma büyüsü yaptığımdan beri onu görmedim.” Her nasılsa bunun Shinbe’yi neşelendireceğini biliyordu.
Gülmeyi denedi ama öksürerek buna son verdi. “Uysallaştırma büyüsü mü?” Elini sarılı göğsüne koyup homurdandı, “lütfen beni güldürme. Bu canımı yakıyor.”
Kyoko’nun yüzünü acı bir ifade bürüdü, “üzgünüm Shinbe. Seni bir insan doktoruna getiremeyiz, şey olmadan… biliyorsun. Büyükbaba seni yapabildiği kadar iyi tedavi etmeye çalıştı ve görünürdeki yaralarının neredeyse tamamı geçti.”
Shinbe başını eğerek onaylamayı denemektense gözlerini kırpıştırıp ona baktı, “anlıyorum. Beni düşündüğünüz için teşekkür ederim.” Merakı üstün geliyordu, “ama Toya’yı görmeye gitmedin mi?”
Kyoko kalkarak ona sırtını döndü. “Hayır, burada senin yanında uyanmanı bekliyordum,” masaya yönelip bir kutu asprin aldı ama bir koruyucuya yardımı dokunmayacağını bilerek geri koydu. Cevabını duymak istemeyerek “siz ikiniz ne konuda kavga ediyorsunuz?” diye sordu. Zararı olmayacağını düşünerek aspirin kutusunu tekrar aldı.
Shinbe, acıyı en alt seviyede tutmaya çalışarak “ne zamandır uyuyorum?” diye fısıldadı. Sorusunu duymuştu ama… bu Toya ile kendisinin arasında kalsa daha iyiydi.
Dönüp tekrar yanına yürüdü, “birkaç saattir.” Kyoko aspirini dudaklarına koydu ve bir bardak su aldı, “al, bunu iç.”
‘Bütün gece yanımda mı durdu?’ diye düşünerek söylediğini yaptı. Bunun üzerinde düşünerek gözlerini kapattı. Sonra serin elini alnında hissederek gözlerini yeniden açıp ona baktı.
Kyoko gülümsedi, “burada olduğuna inanamıyorum… zamanın kalbinin benim tarafımdaki kısmında.” Önemli değilmiş gibi omuzlarını silkti ama önemliydi. “Evet, şimdi iyi olacağını bildiğime göre sanırım geri dönüp diğerlerine bir süre gelemeyeceğini söylemeliyim. Sen dinlen, uyandığında ben burada olacağım.”
Shinbe şaşkın bir halde ona baktı. Bakışları, ne kaçırdığını anlayarak odada gezindi. Onun dünyasındaydı! Böyle geçmişe kayabilmesi için kafasını gerçekten çok sert çarpmış olması gerekiyordu.
Bekle. Ametist gözlerini tekrar ona çevirdi. ‘Onunla beraber gitmemesi’ ile neden bahsediyordu? Ya Toya geri dönmesine izin vermezse? Ya ona bir şey olursa? Gidip onlarla beraber tılsımı araması gerekiyordu. Onu Hyakuhei’ye karşı korumak için orada olması gerekiyordu.
Shinbe bunu ona söylemek için oturmayı denedi ama acının beynini dağlamasıyla homurdanarak yatağa geri düştü.
Kyoko yolun yarısında durup dönerek yalvaran bir bakışla ona baktı. Şaka yaparcasına, “lütfen Shinbe. Ayağa kalkmayı deneme. Henüz içeriden iyileşip iyileşmediğini söyleyemeyiz ve ben yokken kan kaybından ölmeni istemem” dedi ama adamın hala canı yanıyordu ve eğer hareketsiz kalmazsa zarar görebileceği anlamına geliyordu.
“Kyoko, burada kalamam. Burasının neresi olduğunu bile bilmiyorum,” kızın kendisini bırakması düşüncesiyle telaşa kapılmaya başlamıştı. Korkusunu hissetmiş olmalıydı, çünkü gitmek için kapıyı açtığında sessizce konuştu.
“Endişelenme Shinbe. Sana eşlik etmesi için büyükbabamı göndereceğim,” itiraz etme fırsatı bulamadan kapıyı kapattı.
Bölüm 6 "Yanlış Anlamalar"
Kyoko, büyük babasını bulup ona Shinbe’nin uyandığını söyledikten sonra sırt çantasını alarak arkadaşlarının hoşuna gideceğini düşündüğü her şeyi içine doldurdu. Toya için soğutulmuş sığır eti, Kamui için çikolata tabletleri ve tabii ki herkesin sevdiği sakızları aldı.
Bir daha düşündüğünde birkaç şişe soda ve Suki ile Sennin için çikolata kaplı badem de koydu. Kyoko, Shinbe’nin iyileşeceğini bildiği için artık daha iyi hissederek güldü. Yine de… kavga ve kardeşini öldürmüş olabileceği gerçeğiyle ilgili Toya ile kalpten bir konuşma yapması gerekiyordu. İçinden, Shinbe’nin zamanın kalbinden nasıl geçebildiğini merak etti. Heykel, bir sebebi olmadan geçmesine izin vermezdi.
Kyoko sessizce, “muhtemelen böylece kavgayı ayırabildim,” diye düşündü.
Ayrıca sargı bezi ve aspirin gibi tipik araç gereçleri de ekledi. Mutfağa bakınırken Shinbe’yi tekrar ziyaret etse mi acaba diye düşündü ama bunu yapmamaya karar verdi. Onu bırakmak zaten yeterince zordu. Ametist gözlerinde, kendisine gitmemesi için yalvarırcasına bir bakışla yaptığı ricayı hala görebiliyordu, ama yalnızca birkaç saatliğine gidecekti. Büyükbaba ve Tama’nın yanında iyi olacaktı. Çantasının fermuarını kapatarak tapınağa doğru yürüdü.
*****
Küçük grup son birkaç saati Shinbe’yi aramakla geçirmişti. İzine bile rastlamadıkları için nereden başlayacaklarını bilmiyorlardı. Birşeyi yanlış yaptığına dair kanıtları olmasa da yalnızca en kötü ihtimali göz önünde bulundurabiliyorlardı. Bu onları, kelimenin tam anlamıyla endişeden çıldırtıyordu. Herşeyi daha da kötüleştiren şey Toya’nın o gece barakaya dönmemesiydi, bu da kaybolmasının arkasında onun olabileceğini düşünmelerini sağlıyordu.
Birkaç saat geçtiği halde dönmeyince Suki ikincisi olduğunu düşündü. Kyoko’nun da hala gelmemiş olması her şeyi daha da kötüleştiriyordu. “Yemin ederim eğer Toya geri gelirse onu kendi ellerimle öldüreceğim,” diye, Sennin onu tesllei etmeye çalışırken ellerini yüzüne kapatıp hıçkırdı.
Kamui, Shinbe’nin ölü bir şekilde uzandığı düşüncenin sessizliğiyle yanına oturdu. Ama eğer ölseydi bunu bilirdi… değil mi? Alana adım attıkları anda kendisi ve Kaen bir şeylerin söylenmediğini biliyordu… bölgedeki titreşimlerde öfke ve adını koyamadığı bir şey tütüyordu.
Diğer bir kanıt da heykelin etrafındaki bazı kayaların yerinden sökülmüş olduğu gerçeğiydi. ‘Ve Kyoko neredeydi?’ Bu düşünce Kamui’nin, tam olarak ne olduğunu merak etmesine neden oldu… Kyoko da mı zarar görmüştü? Henüz geri dönmemişti ve endişelenmeye başlıyordu. Kaen’in hala dışarıyı aradığını bilerek içini çekti.
Kyoko barakanın kapısını açarak neşeli bir sesle, “merhaba, evde kimse var mı?” diye sordu. Hemen Suki’nin ne kadar endişeli olduğunu gördü. Çantasını kapıda sırtından çıkararak ona doğru koştu. “Sorun ne? Ne oldu?”, arkadaşının yanına, yere çöktü, çünkü Suki hiç ağlamamıştı… kızlara özgü bu hareket için fazla sertti.
Suki burnunu çekti ve elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Dudakları aralanıp konuşmaya çalıştı, “ah, Kyoko.” Ondan uzaklaşıp, korkularını arkadaşına söyleyemeyerek tekrar hıçkırmaya başladı.
Sennin kızına bakarak elini Kyoko’nun omzuna koyup alçak bir sesle konuştu, “Kyoko, seninle dışarıda konuşabilir miyiz?”
Kyoko gözlerini Sennin’den tekrar Suki’ye çevirip yavaşça ayağa kalktı. Kyoko endişeli bir şekilde ‘bir şeyler ciddi anlamda ters gidiyor olmalı,” diye düşündü. ‘Toya’ya kötü bir şey mi olmuştu, yoksa Suki’nin erkek kardeşi Hikaru’nun ortadan kaybolmasıyla ilgili bir haber mi vardı?’ omurgasından çok kötü bir duygunun geçtiğini hissetti.
Sennin takip ederek dışarı çıktı. “Ne var Sennin? Ne oldu?” Kyoko bir an bile Shinbe için endişelendiklerini düşünmemişti. Toya’nın, onu nerede bulabileklerini onlara söyleyeceğini düşünmüştü.
Sennin, yürek parçalayıcı başka bir sahne ile karşılaşacağını düşünerek arkasını döndü. Bu onun için çok fazlaydı. Toya’nın Shinbe’yi öldürmüş olabileceğini öğrenmek Kyoko’nun kalbini kıracaktı. Ona yalnızca korkularını anlatmaya karar verdi.
“Kyoko, Toya’nın Shinbe’ye zarar verdiğini düşünüyoruz… ve her ikisini de bulamıyoruz,” sesi normalden de yaşlı çıkıyor ve üzüntü ve yenilginin dokunuşunu barındırıyordu. Genç arkadaşının birazdan atacağı acı dolu çığlıkları duymayı bekledi. Duyamayınca dönüp Kyoko’nun barakaya geri gittiğini gördü.
Kyoko yere, Suki’nin yanına oturup kollarını arkadaşına doladı, “geçti Suki. Shinbe iyi.” Arkadaşını sarstı, “her nasılsa… Toya ile beraber zamanın kalbinden geçti. Yaralı ama iyi olacak.”
Suki’nin nefesi bir an için kesildi, sonra bir solumayla gözlerindeki yaşları silip Kyoko’ya baktı. “Shinbe… ölmedi mi?” diyerek Kyoko’ya bakmaya devam etti.
Kyoko kaşlarını çattı, “hayır, birçok yarası var ama ölmedi. İyileştiğini size söylemek için geri döndüm.” Sessizce Toya’nın neden olanları onlara anlatmadığını düşündü.
Kamui, Kyoko’nun söylediklerini dinleyip şaşkına döndü. Şimdi neden Shinbe’yi hissedemediğini biliyordu… bu dünyada bile değildi. Kaen’i bulmak için barakadan ayrıldı, böylece araştırmayı bırakabilirlerdi. Diğer kardeşleri Kotaro ve Kyou’nun da ortaya çıkıp olan biteni bir şekilde düzeltmesi için ona yardım etmelerini diledi. Düşünceleri tekrar Kyoko’ya kaydı.
Kamui, “ona değil, yalnızca birbirlerine zarar verdikleri sürece,” diye fısıldadı, ama göğsündeki baskı geçmemişti. Eğer mecbur kalırsa… onu canı pahasına korurdu.
Suki ayağa kalktı. “O, o bütün gece seninle miydi Kyoko? Toya’yı gördük, elinde, elinde kan vardı,” kekeleyerek durdu, içinde öfke büyüyerek, bunu vir sır olarak sakladığı için Kyoko’ya yöneliyordu.
Kyoko ayağa kalktı, “her neyse, Toya nerede? Ellerim ona ulaştığında onu…” Suki cümlenin ortasında sözünü kesti.
“Bütün bu zaman boyunca seninle miydi? Shinbe senin zamanında seninle miydi?” Suki’nin sesinde suçlama seziliyordu ve Kyoko buna şaşırmıştı. “Gelip bize söylemek için bu kadar uzun süre bekledin. Onun için endişeleneceğimizi düşünmedin mi?”
Kyoko başını salladı, “üzgünüm, Suki. Onun iyileştiğini görene kadar onu…” Suki’nin yüzünün kızardığını hissetti ve geri çekildi.
“Bütün gece? Sabahın büyük bir kısmında ölmüş veya yaralı bir halde biryerlerde yatıyor olabilceceğini düşünerek onu aradık! Şimdi mutlu bir şekilde gelip onun seninle olduğunu söylüyorsun!” parmağını suçlarcasına arkadaşına uzattı. “Daha önce gelmeliydin. Sen…” bir hıçkırık koyuverdi, Shinbe’nin hayatta olduğunu öğrenerek rahatlamıştı.
Kyoko, onu rahatlatmak için kolunu kıza doladı. “Üzgünüm Suki. Düşünemedim. Yaraları çok kötüydü. Uyanıncaya kadar yanından ayrılmaktan korktum. Onu kaybetmekten çok korktum.”
Suki Kyoko’dan uzaklaştı, sözleri karşısında öfkesi tekrar kabarmıştı. “Sen mi… onu kaybedecektin?” gözlerini kırpıştırıp yaşları engellerken Kyoko’ya baktı. “Ne hakkında kavga ediyorlardı Kyoko? Senin yüzünden mi kavga ediyorlardı?”
Kyoko bu soruyla irkildi. Nasıl cevap vereceğini bilmiyordu. Suki’ye Shinbe’yi öptüğünü ve Toya’nın onları gördüğünü söyleyemezdi. O Suki idi, gizliden gizliye Shinbe’ye aşık olan arkadaşıydı. Suç bedenini sardı. Arkadaşına ihanet mi ediyordu? Aniden çok ilginç bulduğu ahşap zemine baktı.
Shinbe’ye aşık değildi, ama… ‘Tanrım, ne düşünüyorum?’ Ellerini yumruk yapıp, onu gerçekten seven kişi hemen önünde dururken Shinbe hakkında böyle şeyler düşündüğü için kendi kendine öfkelendi. Suki’nin gerçekten nasıl hissettiğini öğrenmesi gerekiyordu.
İki koruyucunun neden kavga ettiği konusundan kaçmayı düşünmeden, “Suki, Shinbe’ye aşık mısın?” diye çabucak sordu.
Suki, soru karşısında yanakları kızararak arkasını döndü. Ona aşık mıydı? Merak etti. Evet ona karşı beslediği duygular vardı. Ama Kyoko’nun kastettiği biçimde aşık mıydı? Kafasını salladı. Asla bir erkeği sevmeyecekti. Özellikle de Shinbe’yi. Bu düşünülemezdi. Eğer Hyakuhei’yi öldürüp Shinbe’nin lanetini yok edebilirlerse onu sevebilirdi. Ama… hayır ona öylece aşık olamazdı. Daha fazla kalp ağrısını kaldıramazdı.
Kendi duygularıyla kafası karışmış biçimde Kyoko’ya döndü, “sorudan kaçıyorsun Kyoko! Senin yüzünden mi kavga ediyorlardı diye sordum?” Şimdi kendisi sorudan kaçınıyordu, ama dürüstçe cevap vermek veya düşünmek istemediği bir soruydu.
Kyoko içini çekip omuzlarını silkti, “bilmiyorum. Toya size ne olduğunu söylemedi mi?” Neden orada olmadığını merak ederek kapıya doğru bir bakış attı. “Ayrıca Toya nerede? O iyi mi?” Kyoko, Toya’nın yokluğunun ne olduğunu öğrenmelerini engelleyen şey olduğunu fark ederek ürperdi.
Suki patladı, “ne?!! Toya biz onu bulduktan sonra gitti. Pençeleri kan içindeydi Kyoko! O…” Sennin barakaya girince Suki’nin sözü yarım kaldı.
“Bağırmayı kesecek misin Suki?” şilteye oturup bir çubuk alarak önündeki ateşi karıştırdı. “Kyoko, gel otur. Ve bize bildiklerini anlat.”
Kyoko Suki’ye baktı. Arkadaşının kendisine karşı öfkeli olması hoşuna gitmiyordu. Neden böyle aniden birbirleriyle kavga etmeye başlamışlardı? Birbirlerinden hiç ayrılmamış ve hep birbirlerini savunmuşlardı… bir şeyler yolunda gitmiyordu. Oturdu ve onlara kaplıcada olanlardan başlayıp Shinbe’nin kendi zamanında ortaya çıkışına kadar olanları anlatmaya başladı.
Tabii ki öpücükten bahsetmedi, yalnızca iç çamaşırlarıyla olduğu için Toya’nın öfkelendiğini söyledi.
“Evet, aslında hepsi bu. Nihayet ben buraya gelmeden hemen önce uyandı. Gerçekten kötü bir durumda olsa da.” Ellerine bakarak başını salladı. “Büyükbaba, ayağa kalkıp tekrar hareket etmeye başlamasının en azından birkaç gün süreceğini söylüyor.”
Suki aniden başını kaldırdı, “ne? Senin zamanında kalamaz!” Tuhaf hissederek gözlerini hemen indirdi. Bu kıskançlık aniden nereden çıkmıştı?
Sennin elini Suki’nin koluna koydu, “sakin ol, eğer hala yaralıysa geri gelmek için yola çıkmasını istemezdin.”
Suki içini çekti, “ama bu çok uzun bir süre. Ona burada da aynı şekilde bakabiliriz.” Grubun dağıldığını düşünmek hoşuna gitmemişti.
Sennin kıkırdadı, “evet, ama onu buraya getirmemiz için zamanın kalbinden geçmesi gerekiyor. İzni olmayan bir şeyi yapmanın baskısı yaralarına fazla gelebilir.”
Kyoko ayağa kalktı, “gerçekten gitmekten nefret ediyorum ama yalnızca onun iyi olduğunu söylemek için geldim. Büyükbaba ve Tama onu deliye döndürmeden önce gitsem iyi olur.” Çantasını yerden aldı ve Kamui barakaya geri gelip gözleri birbirine kenetlendiğinde gergince gülümsedi.
Kamui, Kyoko’yu kendisine çekip sımsıkı kucaklamaktan kendini alamadı. Toya’nın Shinbe’ye ciddi bir zarar vermediğini bildiğinden çok daha iyi hissediyordu. Kyoko geri dönmediğinde en kötüsünü düşünmüştü.
Çok renkli gözleri sevgiyle parıldarken “Bu tarafta gözlerimi üzerlerinde tutacağım. Sen git Shinbe’yi geri getir” diyerek gülümsedi. Kendisinin de Suki gibi ona kızgın olmadığını bilmesini istemişti.
Kyoko ona bir kutu çikolata verirken gülümsedi, “hepsini hızlı bir şekilde hemencecik yeme. Karnının ağrımasını istemiyorum.” Elini, saçlarındaki ipeksi mor gölgelerden geçirdi ve o da onu kucakladı. İçlerinden biri kendisinden bunu esirgemediği için müteşekkirdi. Kamui her zaman en yumuşak kalplileri olmuştu.
Suki’nin duyamayacağı kadar yaklaşarak kulağına fısıldadı, “eğer Toya geri gelirse, kendisine onu görmem gerektiğini söyle.”
Kamui başıyla onayladı.
Suki, Kyoko’ya arkasını dönerek oturdu. “Shinbe’ye bir an önce iyileşse iyi olacağını söyle.” Burnunu çekti ve Kyoko gerçekten suçlu hissetti. Kamui’nin gitmesine izin verip Suki’yi tekrar rahatsız etmek istemeyerek diğerleri için getirdiği şeyleri kapının yanına bıraktı. Araç gereç ve eşyaları daha sonra bulacağını biliyordu. Vedalaştı ve Toya’nın nerede olduğunu merak ederek tek başına heykele doğru yürüdü.
*****
Zaman kapısının diğer tarafında Shinbe, büyükbabanın mantıksız konuşmalarını kendi düşüncelerinde boğmayı deneyerek gözleri kapalı bir şekilde yatakta uzanıyordu. ‘Kyoko ne zaman kendisini kurtarmaya gelecekti?’, zihninden deli bir adam gibi güldü. Evet, şu anda onu kurtarabilecek tek kişi o idi.
Yaralıyken bile onu düşünmekten kendisini alamıyordu. Bu, tanrının ona günahlarının bedelini ödetme şekli olmalıydı. Eğer Toya bütün gerçeği bilseydi şu anda nefes almıyor olacağının tamamen farkındaydı.
Tam olarak düşünmelerini istediği şey bu olduğu için her zaman, Toya da dahil herkes onun Suki’yi istediğini düşünmüştü. Suki’nin romantizmle işi olmazdı, bu da kızı… bilmeden yalanının büyük bir kısmına dahil olurken güvende tutuyordu. Kyoko’nun kollarındaki görüntüsü aklında canlanırken uykuya geri döndü.
*****
Kyoko, karışık duygularla yavaş yavaş heykele doğru yürüdü. Toya neden kaçmıştı? Ve şimdi diğerlerini uzun süre endişeli bir şekilde beklettiği için kendisini bencil hissediyordu. Toya’nın onlara neler olduğunu anlatacağını düşünmüştü. Bütün her şey kontrolden çıkmaya başlıyordu. Hala parçalanmış tılsımı bulmaları gerekiyordu ve Hyakuhei bir yerlerde muhtemelen hepsini öldürmek için plan yapıyordu. Şu anda tüm çete dağılıyor gibiydi.
Toya, heykele doğru giden Kyoko’yu izledi. Geldiğinde kokusunu almıştı ve Shinbe’nin yanında olmadığını fark edince onu aramaya çıktı. Demek ametist koruyucu hala Kyoko’nun zamanındaydı… ve şu anda o da oraya geri dönüyor gibi görünüyordu.
Toya döndüğünden beri, çok uzakta olmayan bir mağarada kalıyordu. Shinbe ile yaptığı kavga yüzünden üzgün değildi, ama yine de ona bu kadar zarar vermek istememişti. Fakat Kyoko buna inanır mıydı? Altın rengi gözbebekleri karanlık ağaç tepelerinden onu izledi. Shinbe’nin yanına dönmeden önce onunla konuşması gerektiğini biliyordu.
Kyoko zamanın kalbine geldiğini anlayarak başını kaldırıp baktı. Daha önce dikkat bile etmediği düşüncelerde kaybolmuştu. İçini çekip cesaret toplayarak çenesini kaldırdı geri döndüğünde Shinbe ile konuşması gerektiğine karar verdi.
Gözünün kenarıyla bir hareket gördüğünde yarı yolda durdu. Göz açıp kapayana kadar Toya heykelle arasında dikiliyordu. Gözlerinin üzerine kalkan gibi düşmüş olan düzensiz kaküllerinin arasından rahatsız edici gözlerle ona bakarken hızlı inişi yüzünden saçları ve kıyafetleri hala dalgalanıyordu.
Правообладателям!
Данное произведение размещено по согласованию с ООО "ЛитРес" (20% исходного текста). Если размещение книги нарушает чьи-либо права, то сообщите об этом.Читателям!
Оплатили, но не знаете что делать дальше?