Текст книги "Kalbe Meydan Okuma"
Автор книги: Amy Blankenship
Жанр: Современная зарубежная литература, Современная проза
Возрастные ограничения: +12
сообщить о неприемлемом содержимом
Текущая страница: 3 (всего у книги 20 страниц) [доступный отрывок для чтения: 7 страниц]
Kyoko devasa yaratığı itmeyi bir an için kesip gücünü onun ölü bedenini taramaya odakladı. Koruyucu Kalp Kristali parçalanıp iblis dünyasının üzerine yağdığında her büyüklükten iblis güçlü kırıklarını bulmak için çılgına dönmüştü. Bu bir zamanlar küçük bir akrep olmalıydı… ta ki bir iblis tarafından ele geçirilip daha sonra kayıp parçalardan biriyle karşılaşarak güç patlamasına ulaşacak şansı elde edene dek.
Boynundan gelen elektrik mavisi bir parlaklığı fark edince nefesi kesilerek “burada!” dedi. Kusma isteğine karşı koyarak hala açık olan ağzından içeri baktı. Yüzünü ekşiterek içine uzandı ve kristali kavrayıp akrebin boyutlarının kendiliğinden küçülmesini izledi. Onu çabucak iterek elinden daha küçük bir hale gelmeden önce geri kalanını da yoldan Shinbe’nin çekmesi için yana kaydı.
Kyoko ona doğru baktı, gece yarısı mavisi saçları yüzünü örtüyordu ama hareketlerinden nefes almaya çalıştığı anlaşılıyordu. Bakışları bir yara var mı diye araştırarak bedeninde dolaştı. İblisin sivri bacağıyla vurduğu yan tarafından çok kan akıyordu. Kanamayı durduracak bir şey bulmak için körü körüne etrafı aradı. Sonra yaraya bastırmak için işe yarayacağını düşünerek havlusuna koştu.
Shinbe ölmüş küçük böceğe tiksinti dolu, öfkeli bir bakış atarak doğrulup oturdu. Eli yanındaki parçanın üzerindeyken dikkatini tekrar Kyoko’ya çevirdi ve acele ederken düşürdüğü havluyu almaya koşuşunu izledi. İçinde bulunduğu acıyı tamamen unutarak bakışları bedeninde gezindi.
‘Hala giyinmemiş olduğunu unuttu,’ diye düşündü, ‘Eh, ona bunu hatırlatmayacağım.’ Havluyla geri döndüğünde yüz ifadesinin sakinliğini korumaya çalıştı.
Kyoko Shinbe’nin yanına oturup yarasını görmeye çalışarak yağmurluğunu çekiştirdi. Kıyafeti göstererek “Shinbe, bunu çıkarabileceğini düşünüyor musun?” diye sordu. “Bütün bu kanın nereden geldiğini bulmalıyım.”
Sesi hala nefes nefeseydi ve kulağına yumuşak, neredeyse baştan çıkarıcı geliyordu. Aslında ne kadar umrunda olduğu konusunda öyle şaşırmıştı ki ona kıyafetlerini çıkarmasıyla ilgili hayallere dalmayı unuttu.
Shinbe cübbemsi ceketi çıkardı ve altındaki buz mavisi gömleğin düğmelerini çözdü. Omuzlarından düşüp kollarının üzerinden etrafını saran göle yayılarak göğsünü ve kalçasındaki yarayla beraber sıkı karın kaslarını da açıkta bıraktı. Aşağıya eğildi ve daha iyi görebilmesi için gevşek pantolonunun bu kısmını birkaç santimetre indirdi, ama sertleşmesini gizlemek için kolunu kucağında bıraktı.
Kyoko, onu çevreleyen şey yerine yaraya odaklanmaya çalışırken yutkundu. Sakin kalmak için açıkta kalan tenine elini koyarak beyaz kumaşı sıkıca bastırıp kızıla dönmesini izledi. Elinin altında kaslarının gerildiğini hissediyor ve bu koluna bir sıcaklık yayılmasına neden oluyordu. İrkilmiş zümrüt yeşili gözleri hızla onunkilere çevrilip ametist rengi gözlerine kenetlendi.
Gözleri buluştuğunda kızın yanaklarının kızardığını fark etti ve dokunduğu yerde etinin ısındığını hissederek buna şaşırdı. “Kyoko, iyi misin?” Tekrar havluya bakarak kanın durup durmadığını görmek için onu çekerken başıyla zayıf bir şekilde onaylamasını izledi. Durduğunu görünce havluyu ıslatmaya gitti, böylece kalan kanı da temizleyebilirdi.
Shinbe kendi kendisine, ‘bütün kan başka br bölgeye gittiği için kanamanın durmasında şaşılacak bir şey yok’ diye düşünerek aşağıya baktı. Kız geri gelip önünde diz çökerek kendisine sutyen takılı göğüslerinden başka bir manzara sunarken bu düşünceyi çabucak kafasından atıp iç çekti. Koyulaşan ametist bakışları yüzüne döndü. Eğer ağırbaşlılığını koruyacaksa onun üzerine bir şeyler giymesi gerektiğini biliyordu.
Kyoko kanı derisinden yavaşça temizlerken boğuk, gergin bir sesle adını söylediğini duyduğunda çok, çok nazikçe yaptığına emin oldu. Yaptığı şeyi durdurup yüzünü ona doğru kaldırdı. Gözleri adeta parlıyordu ve şu anda olduğundan büyük görünüyordu. İkisi de sessiz dururken dikkati yavaşça dudaklarına kaydı.
Shinbe kızın dudaklarının aralanmasını izledi ve bedeni, aralarındaki mesafeyi kapatırken kendiliğinden ona doğru hareket etti. Dudaklarını, yalnızca fırtına öncesi sessizlik gibi kuş tüyü gibi bir öpücükle onunkilere değdirdi… nefesi kızın yanağını ısıttı. Sonra kırmızı-siyah bir karaltı kükreyerek ona çarptı, öyle ki koruyucu güçleri tam da yeni iyileşmişken yarası acıyla zonkladı.
Shinbe geriye savrulup şimdi çok öfkeli bir şekilde tepesinde dikilip ikiz hançerlerinden birini dosdoğru gırtlağına doğrultan Toya tarafından yere çarpıldı.
Toya öfkeyle titreyerek, “Kyoko’yu öperek ne halt ettiğini sanıyorsun seni piç?” diye bağırdı. Shinbe’nin Kyoko’yu öptüğü görüntünün izi sonsuza kadar gözlerinden silinmeyecekti. Çileden çıkmış bir halde “onu sana emanet ettim ve sen de ona sarkıntılık etmeye mi karar verdin?” diye haykırdı.
Shinbe’nin ametist rengi gözleri koyulaşarak derin bir mora döndü.
Kyoko aralarına girip, onu korurcasına sırtını Shinbe’ye döndü. Toya’ya öfkeyle bakarak, “buna cüret etme!” dedi. Ellerini kalkan gibi iki yana açtı. “Düşündüğün gibi değil Toya.”
Toya söylenerek hançerini indirdi, “öyle mi, o zaman neden çıplaksın?” Ne söylediğini anlatmak için gözlerini çıplak tenine indirdi.
Kyoko’nun dünyası başına yıkıldı ve olduğu yerde donup kaldığında tanrıların kendisine güldüğünü biliyordu. Aniden çıplak teninde rüzgarı hissetti ve Toya’nın gözlerinin tenini aynı hızda ısıttığını hissedebiliyordu. Kollarını yanlarına düşürerek bakışları giysilerini aradı, şimdi kurumuş bir şekilde çok uzak olmayan bir kayanın üzerinde olduklarını gördü.
Gözlerini tekrar Toya’nınkilere çevirerek tısladı, “saldırıya uğradım ve Shinbe hayatımı kurtardı. Beni korumaya çalışırken yaralandığı için ona yardım ediyordum, ne olmuş? Onu öptüm, bu önemli değil. Bir teşekkürdü!” Aralarından çekilip kıyafetlerine yönelmeyi denedi ama Toya hançeri tekrar Shinbe’nin gırtlağına doğrultunca fikrini değiştirdi.
Toya artık koruyucuya karşı daha da öfkeli bir halde, “onu kurtarmanın ödülü olarak bir öpücük mü istedin? Seni lanet olası sapık!” diye gürledi. Sonra hızlı bir şekilde Kyoko’nun kolunu kavrayıp onu kendi arkasına, kardeşinin görüş mesafesinin dışına çekti.
Shinbe’nin gözleri, Kyoko’ya nasıl davrandığını görünce Toya’ya doğru öfkeyle parladı. “Bıçağı kaldır Toya,” Shinbe pantolonundaki tozları sikeleyip göğsü hala çığlak bir şekilde ayağa kalkarken sözleri buz gibiydi. İkisinnden uzun olan kendisi iken, üzerine uçmaya hazır biçimde tehditkarca Toya’ya yöneldi. Nihayetinde… hiç kimse korkak olduğunu söylememişti.
Kyoko aceleyle dönüp tekrar iki kardeşin arasına girdi. Birbirlerine tehditkar bir biçmde yaklaştıkları için göğsü yanlışlıkla Toya’nınkine değerken poposu da Shinbe’nin sıcak tenini sıyırdı. Kaşları seğirmeye başladı.
“Onu öptüm. Bunu o istemedi. Şimdi, ikiniz de uzaklaşın ki giyinebileyim.” Başını kaldırıp Toya’nın gümüş rengi bakışlarını aradı ve sesini adeta yalvarırcasına yumuşattı, “bu daha kötü hale getirmeden de yeterince kötü.”
Shinbe’nin uzaklaştığını hissetti ve dönüp bakmasa da giyindiğini biliyordu. Sert hareketlerle üzerine geçirdiği kumaşın hışırtılarını duyabiliyordu. Dönüp bakmasa da bunu bildiğinden, hala ona zarar verme eğiliminde olup olmadığını görmek için gözlerini Toya’ya dikti. Shinbe kaplıcadan uzaklaşırken öıkan ayak seslerini duyup neredeyse rahatlayarak iç çekti.
Toya, Shinbe’nin gidişine dikkat etmedi. Şu anda hala kafası karışık bir halde Kyoko’nun gözlerine bakıyordu. ‘Shinbe’yi öptü mü? Neden?’ Koluna dokunmak için uzandı ama adam çabucak dönüp bir adım uzaklaşarak ona sırtını döndü.
“Giyin, ama seni tekrar yalnız bırakmayacağım. Sen gitmeye hazır olana kadar kalacağım,” sesinde hala öfkeli bir ton vardı.
Kyoko hoflayarak kıyafetlerine doğru gitti ve aceleyle giyindi. Giyinir giyinmez dönüp kasılmış sırtını gördü ve barakaya dönmeye hazır bir halde yanından yürüyüp geçerken adam uzanıp kolunu tuttu ve onu kendisine doğru çevirdi.
Toya sadece nedenini bilmek istiyordu. Neden Shinbe’yi böyle öpmüştü? Koyu renk kakülleri gözlerini kızdan saklayarak öne düştü. “Onu neden öptün?” diye fısıldadı. Saçları sürekli bir rüzgarla gümüş gölgelerinin çekici bir biçimde parlamasına neden olarak sallandı.
Kyoko nasıl cevap vereceğini bilemeyerek kaşlarını çattı. Aslında belki de sadece öyle yapmak istemişti, ama bunu ona söyleyemezdi.
İçini çekti, “düşünmedim, yani… gerçekten nedenini bilmiyorum.” Gözlerini indirdi. Gerçek de buydu zaten.
Toya, cevabıyla kalbine korku dolduğunu hissetti. Başını geriye atıp kızın bakışlarını kendisine çekerek dosdoğru ona baktı. “Kyoko, beni hiçbir zaman böyle… öpmeye çalışmadın,” diye düşünmeden homurdandı.
Kyoko’nun gözleri, kendisini bu vaziyete soktuğu için gözleri alevlenerek bağırmasına karşılık verdi, “Hiç bunu yapmamı istiyormuşsun gibi davranmadın! Ayrıca bir erkek arkadaşım yok, yani istediğim kişiyi öpmekte özgürüm, değil mi?” Elini ondan kurtarıp cevabı karşısında homurdanmasını duymazdan gelerek neden bir anda bu kadar önemsediğini merak ederek yanından geçip gitti.
Kyoko öfkeyle yere bakarak barakaya doğru gitti. Toya onu çileden çıkarmıştı. Öpüşmeleri yüzünden ne cesaretle kendisine veya Shinbe’ye kızıyordu. Zaten ona neydi? Kendisini umursamıyordu. O hiç kimseyi sevmiyordu ki neden kimi öptüğüyle ilgileniyordu? Kapıyı iterek açıp derin düşüncelerle çantasını aşağı savurdu.
Toya arkasından ayaklarını vurarak içeri girdi. Odayı geçip karşısındaki duvara yaslanarak oturarak “Shinbe’yi bir daha öptüğünü görmezsem iyi olur!” diye homurdandı.
Kyoko söylediği veya daha ziyade emrettiği şeyi tam olarak anlayarak öfkeyle ona baktı. ‘Bu ne cüret’ zümrüt yeşili gözlerinden kıvılcımlar çıkmaya başladı.
“Kimi ve ne zaman istersem öpeceğim,” diyerek öfkeyle ayağa kalktı ve uyku tulumunu rulo yaparak çantasını alıp kapıya yöneldi.
Toya ayağa fırlayıp üzüntülü bir bakışla onu takip etti. “Lanet olsun, nereye gittiğini sanıyorsun?” Onu gitmesine neden olacak kadar çok kızdırmamıştı. Shinbe’nin ona dokunarak çok fazla şey elde ettiği gerçeği hoşuna gitmemişti.
Kyoko eli kapının pervazında, sırtı ona dönük halde durdu, “Toya,” yavaşça dönerek elini ona doğru kaldırdı ve öfkeli bir gülüşle, ne kadar nefret ettiğini bildiği uysallaştırma büyüsünü yaptı. “Kapa çeneni!”
Toya bir dizi lanet sıralayarak yere çarptı. Kyoko ayaklarını vurarak kapıdan çıktı Shinbe’yi geçerek eve gitme niyetiyle kız heykeline doğru yürüdü.
Shinbe sırtı barakaya dönük, yüzünde hafif bir sırıtışla dikildi. Kyoko’nun söylediği şeyi duymuştu ve Toya’nın yere çarptığını da duyunca sırıtışı iyice genişledi. Kyoko dışarı çıktığında orada dikildiğini görmemişti, bu yüzden ormana doğru yürürken onu takip etti.
Bölüm 4 "Gitme"
Kyoko, zamanın kalbinin olduğu bahçeye gelince yavaşça kız heykelinin önündeki çimlere oturup heykelin yüzüne baktı. Kendi görünüşünü yansıttığını bildiği yüze odaklandı. Bu görüntü, heykelin anısına yapıldığı, kendisinin soyundan geldiği kişiye aitti. Eğer aynı dönemde yaşasaydılar ikiz olurlardı.
Kyoko neden burada, çimlerin üzerinde oturduğunu hatırlayarak bu düşünceyi kafasından uzaklaştırdı. Düşünceleri, kendisi dinlemek için orada bile değilmiş gibi kendi aralarında çatışmaya başlamıştı.
‘Toya tam bir pislik!’ Daha yeni dönmüştü ve ‘onun tek yapabildiği bağırmaktı.’ Bazen ondan… ‘nefret ediyordu… tamam, belki bu doğru değildi.’ Kyoko içini çekti, ‘Kendime yalan söyleyemem. Toya’yı seviyorum ve etrafta buna şahit olacak kimse yokken… o da sık sık beni sevdiğini kanıtlıyor.’ Kyoko düşünceli bir şekilde gözlerini kıstı. “Ama sonra gidip bunu mahvetmek zorunda.”
Eve gidiyordu ve belki bir daha asla geri dönmezdi. Ellerini, kendisini eve götüreceğini bildiği şekilde heykelin üzerine koyma niyetiyle ayağa fırladı.
‘Ama o zaman Shinbe’yi bir daha asla görmeyeceksin.’ Gözleri büyüdü ve zihninde bağırdı, ‘Ona karşı bir şeyler hissediyorsun!’… ‘Bu çok gülünç,’ diye kendi kendine itiraz etti, ‘onu rüyamda gördüğüm için böyle duygular hissediyorum, bunun hiçbir anlamı yok.’ Geriye doğru heykelden uzaklaşıp elini tereddütle aşağı indirdi ve serin bir taşa yaslanarak tekrar oturdu.
‘Ama ya o da sana karşı bir şeyler hissediyorsa? Eğer öpücük daha ileri gitseydi o da seni öper miydi?’ ‘Tekrar öpen kimdi? ‘Ama o oyuncu biri… herhangi bir kadını öperdi.’ ‘Ve Toya’ya karşı seni savundu.’ ‘Yalnızca tehdit edildiğini hissettiği için, ayrıca Shinbe zaten böyle biri.’ Derinden gelen bir ses onu karmaşık düşüncelerinden çıkardı.
“Kyoko,” Shinbe boğuk bir sesle ona seslendi. Kyoko birden başını kaldırdı ve düşündüklerini duyduğunu hissederek kızardı.
“Eee, selam,” yüzünde olduğunu bildiği kızarıklığı görmediği umuduyla bakışlarını ondan uzaklaştırdı.
“Eve mi gidiyorsun?” konuşurken birkaç yavaş adım attı, “Toya’nın davranışından sonra gerçekten de seni suçlayamam.” Shinbe, kalkmasına yardım etmek için elini ona uzatarak önünde diz çöktü. Uzatılan eli tutup ayağa kalktı ve eteğindeki tozu silkeledi.
“Ben yalnızca onun etrafta olmasına bazen dayanamıyorum, Shinbe… ben… başına açtığım bütün belalar için gerçekten üzgünüm,” heykele doğru bir adım attı.
Shinbe Kyoko’nun gitmesini istemiyordu, ama bunu bir kez aklına koyduğunda onu durdurmanın yolu olmadığını biliyordu. Toya gitmemesini söylediğinde bundan ne kadar nefret ettiğinin farkındaydı ve kendisine de aynı nedenle kızmasını istemiyordu. Ama aslında o da Toya gibi hissediyordu… gitmesini istemiyordu.
Gerçek duygularını içinde tutarak onu neşelendirmeye çalıştı. “Sorun değil Kyoko. Ne zaman istersen başıma bela açabilirsin,” yavaşça ona uzanıyormuş gibi yaparay sırıttı.
Kyoko her santimetrede kendisine yaklaşan eli kaçırmadı. Kıkırdayıp adama güldü. Sonrasında ise gitmişti.
Gülüşü bocalamaya dönerken, Shinbe gözlerini heykele dikerek orada durdu. Ona gitmemesini söylemek istemişti. Onu okşamak gibi bir niyeti yoktu… eh, belki biraz. Bu hareketi, gitme konusunda rahat hissetmesi ve aralarında hiçbir şeyin değişmediğini bilmesi için yapmıştı. Kızın üzgün olduğunu söyleyebilirdi ve tek istediği gülümsediğini veya üzüntü ile öfke dışında başka duygular da gösterdiğini görmekti. Kendisine güldüğünde planı düşündüğünden daha fazla işe yaramıştı.
Shinbe’nin tekinsiz ametist rengi gözleri heykelden uzaklaştı. Zaman kapısının onu kendisinden uzaklaştırabilme yeteneğinden nefret ediyordu ve kızı kendi dünyasında da izleyebilmeyi diledi… yalnızca bir kez. Gözleri çekici bir biçimde karardı, sonra Toya’nın onu kendi dünyasında takip edebildiği düşüncesinin kıskançlığıyla kısıldı. Neden zaman kapısı yalnızca gümüş koruyucuyu seçmişti? Bu hiç adil değildi. Toya onun tek koruyucusu değildi.
*****
Kyoko kendisini heykelin diğer tarafında bulduğunda, tapınak evinin mahremiyetinde uzanmış, başını sırt çantasına koymuş ve gözlerini kapatıyordu. Şu anda hiç kimseyle karşılaşmak istemiyordu.
Shinbe’nin onunla seviştiği düşüncesi tekrar aklına gelmişti. Neden onunla ilgili böyle bir rüya görmek zorundaydı? Bu yalnızca… ‘Neler düşünüyorum?’ diye kendi kendine sordu. Bunu düşünmeyi kesmesi gerekiyordu.
Hiç şüphesiz Shinbe ve Suki, bunu kabul etmeseler bile birbirlerinden hoşlanıyorlardı. Dahası, o her kadına asılıyordu. Shinbe böyleydi işe.
Kyoko yavaşça ayağa kalkıp heykeli koruyan tapınak evinden çıktı. ‘Sadece odama gidip çalışacağım. Evet, sonra yarın okula gideceğim ve her şey iyi olacak. Hatta arkadaşlarımı çağırıp onlarla bir süre dışarıda takılabilirim.’ Kyoko yolda durdu ve sesli bir şekilde “yeni kural, arkadaşlarınlayken meyve yemek yok,” diye yüksek sesle düşünürken gözleri neredeyse şaşı bir hal aldı.
*****
Toya yavaşça heykele doğru yürürken hala kıskançlığıyla mücadele ediyordu. Kyoko’yu takip edip bunu düzeltmek niyetindeydi. Kendisine karşı öfkeli olduğu düşüncesine katlanamıyordu.
Hisleri harekete geçerek ona yalnız olmadığını söyledi. Baktığında, eskiden orada bulunan unutulmuş bir kalenin kalıntılarından kalan, etraftaki bir kayaya yaslanmış Shinbe’yi gördü. Silahı kucağında dururken elleri düzgünce yağmurluğunun içine sokulmuştu. Başını arkaya yaslayıp gözlerini uyur gibi kapatmıştı.
Toya, şimdi her zamankinden daha rahatsız olmuş bir biçimde “uyan seni aptal serseri!” diye bağırdı.
Shinbe uykulu bir şekilde bir gözünü açıp tekrar kapattı, “ne istiyorsun Toya?”
Toya hiddetlendi, “ne mi istiyorum? Burada oturarak ne yaptığını bilmek istiyorum.”
Shinbe gözlerini açıp bir kaşını kardeşine doğru kaldırdı, “dinlenme iznim yok mu?”
Toya bakışlarını ona doğru kıstı, “ne zamandan beri dinlenmek için zamanın kalbine geliyorsun?”
Shinbe, ne olur ne olmaz diye kendisini hazırlayarak yavaşça ayağa kalktı. Toya’nın kendisinden kat kat güçlü olduğunu biliyordu. Ama aynı zamanda kendisinin, Toya’nın sandığı kadar zayıf olmadığını da biliyordu. Yalnızca farklı güçlere sahiptiler.
“Kyoko’ya hoşçakal demeye geldim. Eğer ona yaptığın muameleden sonra bir daha geri gelirse şanslı olacağız. Hem bezelye beyninin içinde neler oluyor?” Shinbe’nin sakin sesi gizli bir tahrik belirtisi barındırıyordu.
Toya, Shinbe’nin söylediği şeyin doğru olduğunu bilerek hafifçe homurdandı. Belki, yalnızca belki aşırı tepki göstermişti, ama yine de öpüştüklerini görmüştü. Kyoko zampara koruyucuyu öpmüştü. Sahne Toya’nın zihninde tekrar canlandı ve ruhu haykırdı, ‘hayır, Kyoko’yu öpen Shinbe idi, başka türlüsü olamaz.’
Shinbe’ye sırtını dönüp, “neler çeviriyorsun bilmiyorum koruyucu, ama eğer Kyoko’ya tekrar dokunursan… seni öldüreceğim.” Toya bunu söyledikten sonra, geride yalnızca rüzgarla beraber uçan gümüş bir tüy bırakarak havalandı.
Shinbe içini çekerken, uzaktan Kamui’nin neşeli kahkahasını duyduğunda taşa yaslanarak tekrar oturdu. Biraz sonra Sennin, Kamui ve Suki ellerinde yaşlı adamın topladığı bitki ve sebze sepetleriyle alana geldiler.
Shinbe, ‘onunla barakaya dönerken karşılaşmış olmalılar,” diye düşündü.
Sennin, tapınağın yakınlarındayken kaldıkları barakanın sahibi olan yaşlı adamdı. Suki ile erkek kardeşini, karısı, onların anneleri, köye yapılan bir saldırıda iblisler tarafından öldürüldüğünde tek başına Sennin büyütmüştü. Suki, benzediği annesini hatırlayamayacak kadar küçüktü ama alemdeki en iyi iblis avcısı insan o olmuştu.
Köydekilere göre Sennin bir eczacıydı ama koruyucular gerçeği biliyordu. Büyü yapmada bir uzmandı ve kendi dünyasındaki insanların çoğundan daha fazlasını biliyordu. Shinbe yaşlı adamın yaklaşmasını izlerken buruk bir şekilde gülümsedi.
Sennin yaklaşırken, “neden suratın bu kadar asık Shinbe?” diye sordu. Gözlerini kısıp yaşlanan görme yetisiyle ona baktı. Ametist koruyucu son zamanlarda biraz tuhaf davranıyordu… ve bu çok şey ifade ediyordu çünkü ona göre bütün koruyucular biraz tuhaftı.
Onlar yaklaşırken Shinbe, neredeyse Toya ile kavga etmeye başlayacakmış gibi değil de sanki onları bekliyormuş gibi ayağa kalktı.
Suki onun arkasındaki kız heykeline baktı, “Kyoko şimdiden eve mi gitti?”
Shinbe cevap vermeden önce boş boş ona baktı, “evet, evet gitti.”
Kamui sepette yiyecek bir şeyler aramayı bırakıp gülümsemesi yerini endişeye bırakırken dikkatle Shinbe’ye baktı. “Neden gitti?” Sonra kafasına yeni dank etmiş gibi gözlerini kıstı, “Toya bu sefer ne yaptı?”
Shinbe, onu sakinleştirmek için elini uzatıp Kamui’nin omzuna koydu. Kyoko’nun evine dönmesinden Kamui’nin de kendisi kadar nefret ettiğini biliyordu. “Önemli değil Kamui. Yakında dönecek,” dedi, en azından böyle olacağını umuyordu. İçinden homurdandı.
Suki sıkıntılı bir şekilde arkasına baktı. Kyoko gece gelip çok az kalmıştı. Sabahki birkaç dakika dışında onunla konuşma fırsatı bile bulamamıştı. “Yani, onu uysallaştırması mı gerekti?”
Shinbe kıza bakıp sırıttı, “korkarım ki. Toya çok iyi bir ruh halinde değil.”
Sennin gözlerini ona doğru kısıp sepetini kenara çekerken, “öyle olmadığını düşünüyorum. Bu defa ne konuda anlaşamadıklarını biliyor musun?” diyerek barakaya doğru yürümeye başladı. Suki, atıştıracak bir şeyler aramak için tekrar sepete dalan Kamui ile beraber arkasından gitti. Shinbe bu soruya nasıl cevap vereceğini düşünmeye çalışarak onları takip etti.
Shinbe omuzlarını silkerek kimsenin suçluluğunu hissetmeyeceğini umarak hiçbir fikri yokmuş gibi, “Toya’nın ona bağırmak için bir nedene ihtiyacı var mı?” diye sordu.
Toya, Sennin’in barakasının yakınlarında bir ağaçta arkasına yaslanmış, yaklaşırlarken yaptıkları konuşmayı dinliyordu. Shinbe’nin yaptığı yorumu duyup onu bir külçe haline gelene kadar dövmek istedi. Ama tekrar düşününce en iyisi onlara ne gördüğünü söylememekti. Öpücük aklına gelince gözleri gümüş kıvılcımlarla parladı. Bunu, şimdilik içinde tutmaya karar vererek ağaca yaslanıp uyuyormuş gibi yaparak gözlerini kapattı.
Senin “uyanık mısın Toya?” diye seslendi.
Toya, yaşlı adamı görmezden gelmeye devam etti. Ona hiçbir şey borçlu değildi.
Sennin yine de düşüncesini söylemek isteyerek duraksadı, “tabii ki bu sefer yaptın. Burada biraz daha kalmasını bekleyemedin değil mi?”
Toya ileriye doğru eğilip Sennin’e öfkeyle baktı, “kapa çeneni yaşlı adam. Neden bahsettiğini bile bilmiyorsun.” Aşağı atlayarak ormana yöneldi.
Shinbe rahatlayarak iç çekti. Toya’nın onlara masum öpücükten bahsetmesinden ve bir açıklama yapmak zorunda kalmaktan korkuyordu. Karın boşluğuna sert bir şeyin oturduğunu hissederek, ‘masum olduğunu mu düşündüm?’ diye aklından geçirdi. Eğer o kadar masumsa neden dudakları onunkilere değdiğinde ne kadar yumuşak olduklarını düşünüp duruyordu? Bu düşünceyle inledi ve barakaya girdi.
Koruyucuların müttefiki olan ve daha iyi bir biçimde ateş perisi diye tanımlanabilecek Kaen, bir sırıtışla Kamui’nin önünde belirdi. Sık sık Kamui’nin antrenman yapmasına yardım ediyordu ve savaş esnasında ona karşı çok koruyucuydu. Kaen’in insan şeklinden sıyırılıp bir ejderhaya dönüşmesi çok yardımcı oluyordu… bu antrenmanın çok daha yoğun olmasını sağlıyordu. Onlar barakanın dışında antrenman yaparken Sennin ve Suki birbirlerine baktı.
Suki omzunu silkti ve barakaya girdiler. Shinbe dirseğine dayanmış bir şekilde, sırtı onlara dönük olarak şiltede uzanıyordu. Onu izlediler, ama ikisi de bozuk moraliyle ilgili bir şey söylemedi. Sennin akşam yemeğini hazırlarken Suki yemek için ateşi yaktı ve Shinbe içini çekerken ikisi de ona baktı.
*****
Toya, güneş gökyüzünde batmaya başlayana kadar bütün gün barakadan uzak durdu. Sennin ve Suki’nin usulca konuştuğunu duyunca sessizce yaklaştı. Gelişmiş koruyucu işitme yetisiyle fısıldadıkları her kelimeyi duymuştu.
Suki endişeyle hala battaniyesinin üzerinde yatıp uyur gibi sesler çıkaran Shinbe’ye bakarak, “sence hasta mı Sennin?” diye sordu.
Yaşlı adam yemek kaselerini temizlerken, “evet, tek bir lokma bile yemedi,” diye cevap verdi.
“Umarım hastalık belirtileri göstermez. Kyoko’nun yardımı olmadan kayıp tılsımı aramada ona gerçekten ihtiyacımız olacak,” diyen Suki omuzlarını silkerek uyku tulumunu açtı.
“Evet, uyandığında ona bitki çayı yapacağım.” Sennin, insan hastalıklarına karşı çok güçlü bir bağışıklıkları olduğu için koruyucunun hasta olduğunu düşünmüyordu. Aslında… hasta olanını hiç görmemişti. Bu çok daha derin bir şey olmalıydı.
Kayıp tılsımı düşünürken yaşlı kahverengi gözleri keskinleşti. Koruyucu Kalp Kristali parçalandığından beri küçük tılsım parçaları heryerde ve genellikle yanlış ellerde ortaya çıkmaya başlamıştı. Tılsıma sahip olan herhangi zayıf bir iblis çok güçlü ve tehlikeli bir hale geliyordu. Hyakuhei’nin şeytani ordusu her geçen gün büyüyormuş gibi görünüyordu. Son zamanlarda kötülüğün yaklaştığını hissediyordu.
Toya adının geçtiğini duyunca içeri girip girmeme arasında kalarak barakanın dışında dikiliyordu.
Suki esnemesini bastırmaya çalışarak, “Toya’yı, Kyoko’nun gitmesine neden olacak kadar üzen şey ne acaba?” dedi.
Sennin başını eğerek onayladı, “şimdiye kadar dersini almış olduğunu düşünürdün. Ona da koruyuculara olduğu kadar ihtiyacımız var.”
Suki hayali bir pisliği eliyle silkerek şiltesine oturdu, “eh, onu öfkelendirmesi uzun sürmedi. Bahse girerim alkol kokmasıyla ilgili bir şey söylemiştir.” Kamui’den bastırılmış bir kahkaha gelince dönüp öfkeyle ona baktı. Kyoko’nun kendisine verdiği bir tarağı alıp fırlatarak onu kafasından vurdu, “uyuduğunu sanıyordum!”
Sennin ikisine gülerek kapıya doğru yürüdü, “iyi geceler Suki… Kamui.”
Toya barakanın dışında dikiliyordu. Kyoko’nun alkol koktuğunu unutmuştu. Bu yüzden, Shinbe’nin başını Suki ile belaya sokmak güzel olsa da onlara aslında ne olduğunu söylemesi gerekmiyordu. Sırıttı. Çok öfkelenirdi, onu gelecek yüzyıla kadar döverdi. Toya ağaca sıçrayıp, kardeşinin ona el kaldırmayacağını bilerek, Suki’nin Shinbe’yi tokatladığı düşüncesi karşısında bir kahkaha patlattı.
Bölüm 5 "Tehlikeli Kıskançlık"
Kyoko sefil durumdaydı. Tek düşünebildiği Shinbe ile Toya ve o aptal öpücüktü. Yumuşak örtülerin altında tamamen uyanık bir şekilde uzanarak ikisi tarafından da öpülmek istemesinin nasıl mümkün olabildiğini düşündü. Birisi, karşılaştığı her kadınla flört eden zampara koruyucu Shinbe idi. Onu öptüğünü düşünmek hala baygınlık geçirmesine neden olsa da muhtemelen elleriyle sayamayacağı kadar çok kadına sahip olmuştu.
Diğeri ise, ona küçük şeyler için bağıran ve her hareketinde ona her zaman patronluk taslamaya çalışan Toya idi. Yine de bazen çok tatlı olabiliyordu. Başını tekrar yastığa gömüp içini çekti. Uykuya dalmadan önce sadece Toya’yı düşünmesi tuhaftı, ama bir süredir bu düşünceleri Shinbe’ye dönmüştü. Shinbe… Uykuya dalarak rüyasında tekrar onu gördü.
*****
Shinbe, başka bir rüya görerek gece yarısı tere batmış bir şekilde uyandı. Ayağa kalkarken inledi. Neden onu düşünüp durmak zorundaydı? Kız sınırlarını zorluyordu. Suki ve Kamui’nin hala uykuda olduğuna emin olmak için etrafına bakındı. Odanın içinde bir hayalet gibi kayarak barakdan çıktı ve gökyüzüne bakarak derin bir nefes aldı. O zaman Toya’nın, barakanın hemen önündeki ağacın alçak dallarından kendisine baktığını gördü.
“Ne?” Shinbe şu anda yeni bir karşılaşma istemiyordu ama Toya’nın öfkeli biçimde kendisine bakma şekli sinir bozucuydu.
Toya havayı koklayıp Shinbe’nin uyarılmış olduğunu hissederek homurdandı, “ne yapıyorsun koruyucu?”
Shinbe kafasını eğip, bir ölümsüz için bu imkansız olsa da başı ağrıyormuş gibi parmaklarını şakaklarına koydu. “Seni ilgilendirmeyen bir geceyarısı gezintisine çıkacağım.”
Toya tekrar homurdanıp Sennin’in barakası üzerinde tünediği yerden aşağı atladı. Avını takip edercesine Shinbe’nin etrafında döndü. “Eminim ki öyle yapacaksın,” diyerek daire çizmeye devam etti.
Shinbe, yüzünde sıkılmış bir ifadeyle ona yan yan baktı ama zihinsel olarak Toya’nın vurmasına hazırdı. “Ne ima ettiğini bilmiyorum Toya. Ama eğer senin için de sorun değilse elimi tutmana ihtiyacım yok.”
Toya tehditkar dönüşünü bırakıp rüzgar oluşturacak kadar hızlı bir şekilde dosdoğru Shinbe’nin önünde durdu. “Kyoko’dan uzak dur, beni duydun mu? Bir an için bile ona dokunduğunu düşünürsem…” Bakışlarını diğer koruyucuya doğru kısarken bir elini hızla aşağı indirip ikiz hançerlerinden birini avucundan aşağı kaydırdı, “kardeşim olsan da olmasan da seni öldürmek için ikinci kez düşünmeyeceğim.”
Shinbe, Toya’nın sertliğine tahammül edemiyordu, “evet, anladım. Şimdi izin ver.”
Toya kenara çekilip Shinbe’nin geçmesine izin verdi. Kendi kendine, ‘bu koruyucuya güvenmiyorum,’ diye düşündü.
Shinbe ormanın içlerine doğru yürüdü. Nereye gittiği umrunda değildi. Yalnızca Toya’nın bilmiş gözlerinden uzaklaşabildiği kadar uzaklaşmak istedi. Evet, ne yaptığını öğrendiğinde Toya’nın kendisini öldüreceğini biliyordu, ama en azından mutlu bir adam olarak ölecekti. Yıldızlarla dolu gökyüzüne bakarak içini çekti, “ah Kyoko. Neden gitmen gerekiyordu? Lanet olası Toya.” Silahını önünde savurup homurdandı. “Lanet olsun sana.”
Shinbe heykelin civarına gitmeye niyeti olmadan yürümeye devam etti ama kendisini burada buldu. Orada olmaması gerektiğini bilerek alanın kenarında dikildi. Toya muhtemelen arkasından geliyordu. Öfkeli kardeşine dair bir iz görmek için canı sıkkın bir şekilde etrafına baktı. Onu hiçbir yerde hissedemeyince heykele doğru yöneldi
Heykelin önünde dikilip hayal kurarak geçmişteki Kyoko’nun görüntüsüne baktı ve arkasından gelen ayak seslerini hiç duymadı.
Toya arkadan yavaş bir tonla, “burada ne halt ediyorsun koruyucu?” diye sordu. Shinbe’yi öyle korkuttu ki dengesini kaybetti ve eğer Toya kolunu kavramasa heykelin kollarına düşüyordu.
Toya’nın elini silkerken, “Toya, gerçekten de insanlara bu şekilde sinsice yaklaşmayı bırakman lazım,” diye homurtuyla söylendi.
“Sana Kyoko’dan uzak durmanı söyledim. Kafanda neler dönüyor bilmiyorum ama içine biraz mantık sokmam gerekirse bunu yapacağım,” kardeşinin Kyoko’ya karşı bir takım duygular beslediği düşüncesi karşısında Toya’nın gözleri öfkeyle delice parladı. Bu hayatta, kendisi bu konuda bir şeyler yapabiliyorken bu olmayacaktı.
Shinbe Toya’nın tehditlerinden bıkmıştı. Kenara çekildi. “Ne oluyor be!” silahını, geriye zıplayan Toya’ya doğru savurdu. “Kyoko ile bir milyon tane fırsatın oldu ama hepsine gözlerini kapatmayı seçtin. Şimdi ona kiminle olabileceğini mi söylemek istiyorsun? Kimi öpebileceğini?” güldü ama sesi öfkeli çıkmıştı. “Bu olmayacak, Toya. Sen kaybettin.” Shinbe başını sallayıp yaklaşan öfkeye karşı silahını sabitledi. Toya’nın neler yapabileceğini biliyordu ama vazgeçmekten bıkmıştı.
Toya şok olmuş bir şekilde Shinbe’ye baktı. Hareket edemiyordu. İkiz hançerleri kullanamayacağını biliyordu… eğer kullanırsa kardeşini öldürürdü. Gözleri kardeşine doğru kısılırken erimiş gümüş görüntüsü aldı, “ne dedin sen? Bana Kyoko’yu istediğini mi söylüyorsun?” diye hırlayan Toya ekledi, “zampara bir koruyucudan başka bir şey değilsin. Kyoko seni asla kabul etmezdi!” Shinbe’ye doğru hamle yaptı.
Shinbe, Toya’nın hamlesini savuşturarak olduğu yerde dikilmeye devam etti, “tek yaptığın onu kontrol etmeye çalışıp duygularına hiç önem vermiyormuş gibi davranmaya devam etmek olduğunda seni hala isteyeceğini mi sanıyorsun?” Toya’nın başka bir saldırısını daha savuşturdu ve güldü. “Yavaşla…” sesi karardı, “yoksa bam teline mi dokundum?”
Toya durup gözlerini Shinbe’ye dikti. Neden ikiz hançerlerini çıkarmadığını bilmiyordu. Ama çaresizce Shinbe’nin kanını akıtmak istiyordu. Bunu yapmak için bıçaklara ihtiyacı yoktu. “Benim ne yaptığımla ilgili konuşmaya hakkın yok,” Toya başını eğerken ses tonu ölümcüldü, kakülleri şimdiden gözbebeklerine yayılan gümüş renge doğru ilerleyen kırmızı tonu gölgeliyordu.
Правообладателям!
Данное произведение размещено по согласованию с ООО "ЛитРес" (20% исходного текста). Если размещение книги нарушает чьи-либо права, то сообщите об этом.Читателям!
Оплатили, но не знаете что делать дальше?